Fi ve Çi'nin devam kitabı olan 700 sayfalık eser Pi, yazar Azra Kohen'in de söylediği gibi bir itiraf kitabı niteliğinde. Yazar bu kitapta bize katmak istediği değerler için önceki kitaplarını altyapı olarak kullanmış. "Bize katmak istedikleri" diyorum çünkü bu üçlemenin, kişisel gelişim kitapları olduğunu bu son eserde daha net görebiliyoruz. Aslında kişisel gelişim kitaplarını analiz etmeyi tercih etmiyorum çünkü herkesin bu çeşit kitaplardan alacağı mesajlar farklıdır, algılar değişkenlik gösterir fakat Fi, kişisel gelişimden ziyade sıradan bir roman gibi gelmişti, onu yazınca da devamını getirmek istedim. Yine de, bu üç eserin, karakter künyesi ve bilimsel olguları açısından zengin olması, diğer kişisel gelişim kitaplarından farklı olarak, aynı zamanda bir "roman" olma özelliği taşıdığını gösteriyor. Bu nedenle, analizimde, yazarın bize katmak istediklerini değerlendirmek yerine kurguya ve olaylara mercek tutmayı tercih ediyorum.
Serinin önceki kitapları gibi bu kitapta da, yaşananlar ilk ağızdan değil, yazarın gözünden anlatılıyor. Bu şekilde yazılması, bu üçleme için, daha mantıklı olmuş diyebilirim çünkü ilk ağızdan yazılsaydı karakter sayısı fazla olduğu için her ne kadar isimler yazılmış olsa da, okuyucu takip etmekte oldukça zorlanırdı. Yazarın gözünden anlatılması bölümler ve karakter geçişleri arasında akıcılık sağlamış. Anlatım dili ağır değil fakat bazı yerleri çok uzatmış olduğunu farkettim. Mesela, ufak bir aksiyon anlatmak için birkaç sayfa detay ve yorum yazılmış, bu da okuyucunun heyecanını kaybetmesine neden oluyor. Bir de, karakterler ve dolayısıyla olaylar arasındaki geçişler çok sık yapılmış, parçaları biraz daha uzun tutmakta fayda olurdu sanıyorum.
Fi'nin yorumunda yazdığım "duysaydık,görseydik daha iyi olurdu" açığını yazar da farketmiş olmalı ki, bu kitabında dipnot olarak çok sayıda müzik ve video önerisi vardı. Bu da, aslında yazarın kendisini geliştirdiğini gösteriyor.
İçerik olarak da, siyasetten bağışıklık sistemi hastalıklarına, sanattan uyuşturucuya, İslam dininden Einstein'a, psikolojiden aşka ve Çernobil faciasına kadar uzanan zengin bir kurgu ile yoğuruluyoruz.
Konu özetine gelince,
Bilge'nin eşi Can, bu eserde, psikolojik gel-gitlerini Bilge'de bulduğu huzur ve farkındalık sonrasında dengeye kavuşturabiliyor fakat bir yandan hayatının aşkı Duru'yu geri kazanmaya çabalıyor ve yurtdışında yaşayan Duru'yu ülkeye dönmeye ikna etmek için, uğruna Avrupa'nın en büyük gösteri merkezini yaptırıyor. Bilge, bir gün şans eseri Can'ın hala Duru'yu unutamadığını görüyor ve hamile olmasına rağmen onu terkediyor.
İngiltere'de dans etmeye devam eden balerin Duru, Can ile aldattığı eski sevgilisi Deniz ile karşılaşıyor ve ona Can tarafından nasıl tuzak kurulduğunu anlatıyor. Duru'nun ihtiyacı olduğu zamanlar onun yanında olmadığı için de Deniz'i suçluyor. Deniz'de bulduğu güven ve sevgiyi, Can'da bulduğu tutku dolu aşkı özleyen Duru, her ne kadar istediği ve sevdiği işi yapsa da mutlu olamıyor. Sonra, Can'ın daveti üzerine ülkeye dönüyor ve sanat merkezini gezerken Can tarafından ne kadar çok sevildiğini hatırlayıp kendisini, tüm yaşattığı kötü günlere rağmen, Can'a teslim ediyor.
Can, Duru'ya neden terk edip gittiğini soruyor büyük bir merakla ve tek bir neden söylemesini istiyor. Duru, "dans etmeme izin vermeyecektin" deyince, Can, bir anda hayatının aşkı olan bu kadının aslında ne kadar sığ ve basit bir kadın olduğunu, sadece görüntüde güzel olduğunu, ona çektirdiği acılar için değil de, dansını engellediği için terk etmeyi seçmesinin ne kadar aşağılık bir tepki olduğunu düşünüyor ve onunla kavga ederken ayak bileğinin kırılmasına neden oluyor, bir daha da dönmemek üzere Duru'dan uzaklaşıp, huzur bulduğu yere, Bilge'ye dönüyor.
Psikolog Bilge, psikolog Eti ve milletvekili Özge, Can'ın, insanlara zarar veren, tehlikeli biri olduğunu ve iyileşme göstermediğini gördükleri için, nasıl yaptıkları belli olmayan bir sebeple onu akıl hastanesine kapattırıyorlar.
Eserin yüz güldüren sayfaları ise, Deniz ile Özge'nin karşılaşması oluyor. İnsanın kendi dengini bulduğunda nasıl hiç kopamadığını, denk olduklarının dışarıdan bakıldığında bile belli olduğu anlaşılıyor. Deniz, Özge gibi gerçek bir kadının sadece sabrederek kazanılabileceğini, böyle bir kadını öpmek için bile emek sarfedilmesi gerektiğini düşünüyor ve bu şekilde davranıyor. Karşılaştıkları gün elini tutup onu en sevdiği sokağa götürüyor ve hep yanında olacağını Özge'ye bakışıyla bile hissettirebiliyor. Özge ve Deniz'in hikayesinden, insanın dengini bulduğunda herşeyin ne kadar kolay ve rahat ilerlediği mesajı veriliyor, yazar, doğru aşkın tanımını burda yapıyor.
Eser, özellikle son 150 sayfasında, hiç olmadığı kadar sürükleyici ve heyecanlı olmaya başlıyor. Ada'nın uyuşturucu tuzağında can vermesi, Göksel'in, Ada'ya uyuşturucu veren adamı aynı şekilde öldürmesi kurguları çok başarılı olmuş.
Verdiği mesajlar, bize hayatta rehberlik edecek güzel cümleler ve zengin içeriği ile serinin en güzel kitabı Pi diyorum. Kişisel gelişim severlere tavsiye ediyorum.
Alıntılar:
"Kişi kendi ağırlığını asla başkasına bırakmadığı için kişiydi, bırakırsa kişiliksizdi."
"Hayatın sana ne anlatmak istediğini anlayana kadar buradasın, acıdasın, gerekirse ölür ve yine doğarsın. Acıyı yenip, anlayışa çevirene kadar buradasın. Duyguları üzülmek için değil, anlamak için yaşadığını fark edene kadar daha çok doğacak ve öleceksin."
"...yaşadıklarının kendine ne anlatmak istediğini analiz etmeyenlerin, aynı dersi daha da büyük darbelerle almak zorunda kalacağını..."
"...insan biat etmek için değil anlamak için yaratılmıştır...sorgulamamak İslam'a hakarettir..."
"Dersini hayattan almış birinden korku beklemek mümkün değildi ama bilemezlerdi."
"Varoluşun anlamını kadın ve erkek çiftleşmesine indirgemişti bugünün insanlığı. İnsan kendine giden yola çıktığında, ancak o yolda karşılaşıyordu diğer yarısıyla."
Puanım : 8.3 / 10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder