Jose Saramago'nun "Körlük" kitabından sonra yazdığı "Görmek" adlı eseri 350 sayfadan oluşuyor. Bu eserinde yazar, demokrasinin kırılganlığına ve siyasi manevralarla saptırılmasına dikkat çekiyor. Körlük kitabındaki başarılı anlatım dili ve biçimi, özel isim kullanmama özelliği bu kitabında da devam ediyor.
Başkent'te seçim günü çok fazla yağmur yağmaktadır ve bu nedenle sandıklara oy vermeye giden vatandaş sayısı hükümet belirlemede yetersiz kalmıştır. Siyaset konusunda gayet bilinçli ve sorumluluk sahibi olarak tanınan bu ülkede seçime katılımın az olması devlet yöneticilerini bir hayli endişelendirir. Bunun üzerine mevcut yöneticiler tekrar seçim yapma kararı alır.
İkinci seçim günü, katılım oranı eskisi gibi fazla olmuştur, fakat bu sefer yöneticileri paniğe sokacak bir sonuçla karşılaşılır, seçmenlerin yüzde 83'ü beyaz oy kullanmıştır!
Bu seçim sonucuna göre ülkede resmi olarak bir hükümet bulunmamaktadır, mevcut hükümet parti yöneticileri bunun bir çeşit terör saldırısı olduğunu düşünerek halka karşı bir takım müdahalelerde bulunma planı yapar. Bu planlardan ilki, rasgele topladıkları 200 vatandaşı çapraz sorguya almaktır. Bu sorgular endişe ve korkuyu daha fazla arttırır çünkü istinasız herkes, sorulara aynı cevapları vermektedir. Bir örgüt tarafından tembihlenmiş gibi, sorgu boyunca sadece bir iki cümleyi tekrar edip duran vatandaşlar, bu sorgunun legal olmadığını ve beyaz oy kullanma hakkının anayasada mevcut olduğunu, aynı cümlelerle, ezberden söylemektedirler.
Bu girişim sonuçsuz kalınca yetkililer, yalan makinasını devreye sokar. Fakat bu sefer de vatandaşlar yalan söylemedikleri için veya inandıkları olguları savundukları için makina bir işe yaramamaktadır.
Kentte olağanüstü hal ilan edilir ve polis görevi bırakıp kentten çekilir.
Birgün başkentin göbeğindeki metro istasyonunda büyük bir patlama olur. Yakınlarda bulunan belediye başkanı olay yerine gider ve gördükleri karşısında şoka girer. İstasyonda, çok sayıda kişi ölmüştür hatta bedenleri kül olmuştur ve çok sayıda da yaralı vardır. Basın mensupları olay yerinde bilgi toplamaya çalışırken belediye başkanı ile karşılaşırlar ve belediye başkanı hiçbir şey bilmediğini, bildiği tek şeyin artık belediye başkanlığı yapmayacak olduğunu söyler. Bunun ardından başbakan ile yaptığı telefon görüşmesinde bizzat istifasını sunarken, başbakana açık ve net bir şekilde, neden bu şekilde bir bomba patlatmaya ihtiyaç duymuş olduğunu sorar!
Bu soru karşısında şaşkına dönen başbakan, istifayı kabul eder ve bakanlarını toplar. Devlet bakanı ve içişleri bakanı ile aralarında yaptıkları konuşmada eski belediye başkanının tehdit oluşturmadığında hemfikir olurlar. Ayrıca, gerçekleşen patlamanın bu kadar büyük olmaması gerektiğini, bu şekilde planlanmadığını, 35 kişinin değil, sadece (!) 3-5 kişinin hayatını kaybedeceği büyüklükte bir saldırı olması gerektiğini söyler başbakan. İçişleri bakanı ise, sadece bir yanlışlık olduğu için böyle sonuçlandığını söylemekle yetinir.
Patlamadan önce, ülkenin geleceğinden ve başıboşluğundan hiç rahatsız olmayan vatandaşların aksine, devlet adamları her an herşey olabilir korkusu ile yaşamakta ve huzursuzluktan uyuyamamaktadır. Bu nedenle aynı korkuyu vatandaşa hissettirmek istemişlerdir. Burda vermek istedikleri mesaj, "eğer başınızda sizi koruyan güçlü bir sistem olmazsa, güvensiz ve dengesiz bir ortamda yaşamak zorunda kalırsınız, yarın sizin başınıza ne geleceği belli olmaz" düşüncesidir.
Bu olay üzerine vatandaş sessiz protesto eylemine hazırlanır. Devlet protesto yürüyüşünü engellemeyi düşünür fakat sonra bir sorun olmayacağı ve vatandaşın böyle bir hakkı olduğunu, eğer tehlikeli birşey olsaydı protesto hakkının bundan önce de tanınmamış olacağını düşünerek izin verirler. Vatandaş çok uzun sürmeyen, acılarını içlerine gömerek yürüdükleri sessiz bir protesto gerçekleştirir.
Ertesi gün devlet görevlileri vatandaşların ülkeyi terk etmek üzere toparlanmaya başladıkları istihbaratını alır. İnsanlar evlerini terk edip arabalarıyla ülke sınırına doğru yola çıkarlar ve sınırdan geçmelerine izin verilmeyince, orada toplu bir şekilde, geriye dönmeyi düşünmeden beklemeye başlarlar. Bunun üzerine başbakan, sınırda bekleyenler için radyodan bir sesleniş yapar ve "geride kalan kişiler sizin evlerinizi yağmalıyor" diyerek onları geri dönmeye ikna eder.
Bu durumdan başarı elde eden devlet, zaman kaybetmeden yazılı bir bildirim dağıtmak ister. Bu bildirimde, 4 sene önce gerçekleşen "Körlük" salgınında yaşananların, son günlerdeki olaylarla bir ilişkisi olduğunu düşündüklerini ve bu yüzden vatandaştan daha duyarlı ve dikkatli davranmalarını beklediklerini belirtirler. Bu bildirimin ardından çok zaman geçmeden, içinde açık adres barındıran bir mektup alırlar. Mektupta, 4 sene önce gerçekleşen Körlük salgınında, kendisinin 6 kişilik bir grupta bulunduğunu ve bu gruptaki doktorun karısının hiç körleşmediğini söylemektedir. Aynı zamanda kadının bir kişiyi öldürdüğünü de yazmaktadır. Mektubu yazan kişi ilk kördür.
Kentte polis her ne kadar seçimden sonra görevi bırakıp gitmiş olsa da, içişleri bakanının talimatıyla, komiserler bu 6 kişilik gruba soruşturma başlatırlar. Öncelik, ilk körün evine baskın yapmaktır fakat gittiklerinde ilk körün kendilerini zaten beklediğini anlarlar. Birkaç gün boyunca 6 kişiyi de sorgulayan komiser ve ekibi hiçbir kanıt bulamaz. İçişleri bakanı ise, kendisine günah keçisi aradığı için, doktorun karısının beyaz oy akımını başlatan kişi olduğuna inanır. Komiserin suç kanıtı bulamıyor olması bakanı durdurmaz ve gazetelere manşet attırarak, halkı kadına düşman etmeye çalışır. Bu durumu vicdanına sığdıramayan komiser, tüm bildiklerini bir kağıda yazarak, bir gazeteye verir. Gazete sahibi ceza alacağını bile bile bu yazıyı bastırır ve yazı, el ilanı şeklinde de sokaklara dağıtılır.
Kitabın son 150 sayfası polisiye roman haline dönüştü. Özellikle, içişleri bakanı ile olan yoğun diyalogları ve içsel düşünceleri ile hikayenin kahramanı haline gelecek olan komiserin, bu el ilanlarının dağıtımından sonra parkta otururken, bir tetikçi tarafından kafasından vurularak öldürülmesi beni bir hayli üzdü. İçişleri bakanı, bu cinayetten sonra basın toplantısına yapıp üzüntüsünü dile getirdi fakat başbakan, içişleri bakanını bu açıklamadan hemen sonra görevden aldı çünkü metroda yaşanan patlamanın büyüklüğü yetmezmiş gibi bir de komiseri öldürtmek affedilemez yanlışlardı. Başbakanın düşüncesine göre, komiserin icabına daha sonradan, bir şekilde bakılırdı.
İki polis, doktorun evinin kapısına dayanır ve doktorun karısına, eşini sorgulamak için götürmeleri gerektiğini, kadının kesinlikle kocasının yanında gelemeyeceğini söylerler ve doktoru kelepçelerle alıp götürdüler. Evde yalnız kalıp ağlayan doktorun karısı, bir saat sonra nefes almak için balkona çıkar ve aynı tetikçi tarafından vurulur
Okuyup bitirebilmek için kendimi sürekli zorlamam gereken bir kitaptı. Son 5 sayfaya hakim olan beklentisiz cinayetler ve Körlük kitabından daha etkili bir sonla bitmiş olması, eseri benim gözümde kurtardı. Siyaset sevenlerin daha çok seveceği bir roman olacağı kesin.
Puanım: 7 / 10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder