9 Temmuz 2015 Perşembe

KÖRLÜK (Blindness)




 Nobel ödüllü, Portekiz yazar Jose Saramago'nun 360 sayfalık eseri konusu itibari ile ilgimi çekmişti. Kitabin sonlarına doğru geldiğimde bir de filminin olduğunu keşfettim ve kitabı bitirir bitirmez filmi de izledim.

Hikaye bir adamın trafik ışıklarında beklerken, sebepsiz yere aniden kör olması ile başlıyor. Fakat bu körlük bilinenin dışında bir özellik taşıyor. Adam sadece parlak bir beyaz gördüğünü söylüyor, siyah ve karanlık söz konusu değil. Arabanın içinde panikleyen bu adama etraftaki vatandaşlar yardıma geliyor ve bir tanesi onu arabasıyla eve götürme inceliği gösteriyor. Adamın eşi eve geldikten sonra bir göz doktoruna gidiyorlar ve doktor herşeyin normal göründüğünü söyleyerek onları başka tetkikler yaptırmak için geri gönderiyor. Doktor akşam eve geldiğinde eşine durumu anlatıyor ve kitaplarını karıştırıp bir sebep bulmaya calışırken aynı şekilde kör oluyor.
Büyük bir hızla ilk kör olan adamın eşi ve ona yardımcı olan adama da körlük bulaşıyor.

Bu bulaşıcı körlüğü engellemek isteyen hükumet, tespit edilen tüm körleri eski ve boş bir akıl hastanesi binasına götürüp karantina altına alıyor. Karantina altına alınan yaklaşık 250 kişi arasında eşini yalnız bırakmak istemeyen doktorun karısına hikayenin sonuna kadar körlük bulaşmıyor. Bu sayede kocasına kimse görmeden yardımcı olabiliyor.
Körlük tüm kente hızla yayılıp tüm düzeni yok ederken, binada da yaşamak gittikçe imkansız bir hal alıyor. Temiz su olmayan, yetersiz yemek gönderilen ve cinayetlerin işlendiği bu yerde bir süre sonra bazı acımasız kişiler yemek karşılığı kadınlara tecavüz etmeye başlıyorlar. Tuvaletlerin, koridorların pislik içinde olduğu, gören bir kişinin bile dayanamayacağı bu ortamdan yangın çıktığı gün çıkabiliyorlar.

Doktor ve karısı, kendi grupları ile birlikte dışarıda da açlık ve pislikle mücadeleye devam ediyorlar. Kadın ilk iş olarak yağmalanmış bir süpermarketin antreposuna girip birkaç poşet yiyecek alıyor, sonra sırayla gruptaki bireylerin teker teker evlerine bakmaya gidiyorlar. Sokaklar adeta zombi istilası olmuş gibi aylak görünümlü insanlar, kaza yapmış araçlar ve mikrop yayan çöp yığınlarından ibaret kalmış. Çoğu kişinin evleri başkaları tarafından kullanılmış.

Herkesin evine sırayla bakıldıktan sonra gören kadın, grubunu, kimse tarafından istila edilmemiş evinde misafir etmek istiyor ve yiyecekleri azalana kadar orada kalıyorlar. Aynı zamanda, yağan şiddetli yağmur sayesinde balkonda yıkanıp temizlenebiliyorlar.
Ertesi gün, ilk önce kör olan adam birden bire yine sebepsiz, görmeye başlıyor ve sırayla herkes görme yetisini geri kazanıyor, sokaklardan "görüyorum, görüyorum" sesleri yükseliyor.

  Özetten anladığımız gibi değişik bir başlangıç ile macera dolu bu hikaye, sonu her ne kadar mutlu bitse de bir boşluk ve tatminsizlik hissi yaratıyor. Kitapta "aslında gördüğümüz zamanlar çoğu şeye kördük" mesajı veriliyor çünkü burada yazar körlüğü metafor olarak kullanıyor. Birçok ülkede söz sahibi olan liberal demokrasinin kırılganlığını göstermek istiyor çünkü liberalizmin "kendi eksiklerini görmemek" gibi bir kör noktası olduğuna inanan ve buna "liberal blindness" diye kabul eden bazı siyasi kesimler mevcut. Benim gibi liberal demokrat birine göre ise bu metafor fazla abartılı geliyor çünkü Liberal Demokrasi hiçbir zaman hak-hukuk, adalet, ekonomi olmasın demiyor bu yüzden bu sistemin hiçbir zaman bu denli çöküşe ve çaresizliğe sebep olacagına inanmıyorum.
Bu nedenlerden dolayı roman sonu itibariyle bana çok zayıf geliyor, böyle büyük bir iddia için daha ayrıntılı açıklama ve kanıt olmalı diye düşünüyorum.

Yazar kitapta hiçbir şekilde özel isim kullanmıyor, kişileri ilk kör, doktor, doktorun karısı, gözlüklü kız, çocuk... olarak anlatıyor. Dil ve anlatım konusunda akıcı ve başarılı bulduğum bu yazar bizi kolayca hikayenin içine çekmeyi başarıyor.

Film analizine gelince, kitapta yazan hikaye ile birebir uyarlanmış bir senaryo var, bu yönden başarılı olmuş fakat, kitaptaki önemli ayrıntılar filmde çok hızlı geçilmiş veya dikkat çekmemiş, kitabı okurken hissettiğimiz çaresizlik ve pisliği filmde çok göremiyoruz, konu da ağır işlenmiş, izlerken sıkıcı olabiliyor ve filmi çok uzatmamak için sanıyorum ki herkesin evinin ayrı ayrı gezildiği yerleri atlamışlar. Tüm bu eksik yanlarından dolayı film kitaptan birkaç tık geride kalmış.

Başrollerini Julianne Moore ve Mark Ruffalo'nun paylaştığı film 2008 yılında Cannes film festivalinin açılışında gösterilmiş.

Kitap Puanım : 6.7 /10
Film Puanım : 6.5 / 10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder